Sihirli bir Anahtar: Kuramlar ve Kuramcılar

karayazi-logo.jpg

Bugün çoğu kalem erbabı, kendi niteliğine bakmaksızın ahbap çavuş ilişkisini çoğaltarak, kuramsal bakış açısından bihaber, spesifik bir öneri sunmaksızın, sofistike bir değerlendirme yapmaksızın, sıradan kitaplar ya da şiir/öykü yıllıkları üzerine tamamen öznel değerlendirmelere dayanan, sözüm ona, eleştiri yazıları yazıyor. Bunun için, şablonlar hazır zira; yalnızca bahse konu isimleri değiştirmek ve bahse konu ismin kitabından duruma uygun alıntıları, şiirse dizeleri, düzyazıysa, anekdotları belirlemek kafi.

Eleştirmenlik, yaygın kitap eklerinin daimi yazarlarına atfedilmiş durumda… Ver elini, çığır, “Türkiye’de eleştirmenlik yok; akademi bu duruma ah bir el atsa; eleştirmen mi, onlar yalnızca hata bulurlar, benim şiirimi/öykümü anlamaları beklenemez, edebiyatın itici gücü benim, o da kim, ben olmasam onun eleştirmenliği bir hiçtir!” vaveylasından mürekkep türkülerini.

Ne acıdır ki bu yazılardan medet umuyor birileri de.

Ayşegül Tözeren ne güzel bir yazı yazdı bu konuda, ‘Eleştirinin Özeleştirisi Mümkün’mü?’ (Dünyanın Öyküsü, S. 6) Ellerine sağlık… Ses getirdi mi, amacına ulaştı mı? Bence evet. Ha, elbette yazmaya devam etmek gerekiyor birilerinin durumun vahametini anlaması için.

Okunması gereken eserlerin başında gelir İtalo Calvino’nun Klasikleri Niçin Okumalı’sı…  Nerdeyse kült bir eserdir günümüz için… Pek çok mürekkep yalamışın dâhil olduğu sohbetlerde sıklıkla önerilir, okumayana dudak bükülür… Bükülmelidir elbette; kalem erbabı nasıl bihaber olabilir ki böyle bir eserden… Asıl mesele bu değil elbette…

Nedir öyleyse?

Okuyanlar bilir, Calvino, bir yayınevinde editörlük yaparken, hani derler ya, bunu da kendini eleştirmen sananlar iyi bilir, kitapları tanıtmak amacıyla yazmıştır. Gel de hayıflanma bizim eleştirmenlere ve kitap tanıtımcılarına…

Ülke genelindeki akademilerin çoğunda eleştiri ve edebiyat adına durum hiç de iç açıcı değil. Yalnızca Bilkent ve Boğaziçi eleştiri birikimine değerli katkılar koyuyorlar şu günlerde. Tezler çıkıyor ortaya, çeviriler artıyor. Farklı yayınevleri bu konuda karınca kararınca seferber olmuş durumda. Henüz sadece akademik boyutta olsa da bu çaba, artık edebiyat çevrelerinin konuya daha duyarlı yaklaştıklarını biliyoruz. Öyle bir duyarlılık ki, eleştiri adı verilerek yazılmış pek çok yazıyı okumamak gerektiği konusunda bir bilinç oluşmuş durumda.

-Neden?

Çünkü artık Ataç türü bir izlenimcilikle yazılmış yazıların kimseyi geliştirmeyeceğini, ufuk açma konusunda iktidarsızlık çektiğini, dahası hafife alınması gereken bir emek ürünü olduğunu anlamak gerekiyor. Şimdiye kadar, belirli yerleri kapmakla kimse bir yerlere gelmedi; ne Hüseyin Cöntürk ile Eser Gürson, ne de Mehmet H. Doğan ile Nurullah Ataç, yazılarını hangi dergide yayımladıkları ile gündeme geliyorlar bugün. Şimdi onların ürünlerinin niteliğine bakılıyor yalnızca; pek çok eleştirmen ve eseri Türkiye Edebiyatı gemisinin pruvasından, güvertesinden, lombozundan, tornistanla silkelenmiş durumda. Çürümüşlüğüyle direnenlerin bir kısmı da elbette sağlam okurun ayakkabılarının tabanının tadına bakmamak için ya kendini atacak ya da nafile direnişinin sonucuna katlanacak. Daha da başka çözüm yok.

Haşa, ne bu şiddet bu celal; elbette kalem erbabına yakışacak türden değil ne bu sözler, ne de kastedilen böylesi bir davranış. Bunu sağlam eserlere yaslanarak, onları sağlamca okuyarak, bilince yedirerek başarmayı ümit ediyoruz. Aksi takdirde, aynı akıbete maruz kalmak pek mümkün…

Bugün, içinde bulunduğumuz bu durumda yapmamız gereken şu: (hani anlatılır sıklıkla, tanık olmadım, ah yalancısıyım anlatanların, Enis Batur’a demiş biri, modern sanatı anlamakta zorluk çekiyorum, nedir bunu anlamanın sırrı… Ben anlayabilmek için 40 yılımı verdim, karşılığını vermiş o da.) Bir edebiyat eserini anlamak ve çözümlemek, hatta okumak çaba gerektiriyor. Pek çok başvuru kaynağından faydalanmak lazım bunun için. Göz açık tutulmalı, okunmalı. Farklı kuramsal bilgilere ulaşmalı.

Açık söylemek gerekirse, günümüz ortamında nevi şahsına münhasır bir filozof görmediğim için, yazılarda öne sürülen görüşlerin sağlam bir temele oturtulmuş olmasını bekliyorum. Yazının bana bir şeyler önermesini, ek kitaplar okumaya zorlamasını, farklı araştırmalar yapmaya teşvik etmesini… Aksi takdirde, boş…

Psikolojik bir girişimden bahsedeceksek, Freud, Jung en azından; siyasi yönden bahsedeceksek, Marx, Benjamin vd., postmodernizm tartışacaksak, Lyotard; postkolonyalizmi anlamaya çalışacaksak, Edward Said… Bıktık artık, Marx okumadan solcu olanlardan; Nietzsche Ağladığında’yı okuyarak Nietzsche’yin anladığını düşünenlerin kafa ütülemesinden.

-Ne yapmak lazım peki?

kuram ve kuramcılarLouise A. Hitchcock Kuramlar ve Kuramcılar: Çağdaş Düşüncede Antik Edebiyat’da işte bunu gösteriyor. Freud’dan Adorno’ya, Bakhtin’den Lyotard’a, 30 farklı kuramcının sanat ve edebiyat üzerine görüşlerini ve kuramlarını inceleyerek sunan yazar, kitabın ilk olarak lisans öğrencilerine, ikinci olarak yüksek lisans öğrencilerine, üçüncü olarak da öğretmenler ve akademisyenlere hitap ettiğini söylemektedir. Oysa Türkiye’de bu kitabın asıl hedef kitlesi, eleştirmen olduğunu sanan camianın mensuplarıdır.

Unutmadan; sanatsevicilerin (ironi dahil) tamamı için yararlı olduğu düşünülmektedir.

Tek başına yeterli mi peki bu kitap? Bu işlevi tek bir kitaptan beklemek olmaz. Bazı kitaplar, sihirli bir anahtardır ve kullanmasını bilenin doğru kapılardan geçmesine aracı olur.

-Böyle işte…

 Ersun Çıplak, Sol Gazetesi Kitap Eki (27.03.2013)

  1. adnan gül
    28 Mart 2013, 08:47

    sevgili ersun,bizde eleştiri ya ideolojik kolonileri ya da yayıncıların sıcak arzularını karşılamakla yetindi. hatta görevli saydı kendini. bu yaklaşım eser dışı anormal bir başarı sayılabilir…
    haksız övgü biraz da yokluk anlamındadır.
    mersin konuşmasında bayıldıran’ı dinlediniz. ‘hakkınızda yazı yazdığımı zannediyorsunuz, oysa sizinle dalga geçiyorum’ diyen bir politzer üyesinin objektif bakma olanağı sizce olabilir mi?

  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın